| Âbâ | 1.atalar, babalar, pederler 2.yünden |
| Âbânî | ipekten , sarıya çalar bir renkte dallı |
| Abes | boş , anlamsız, gayesiz, saçma. |
| Ab-ı rûy | yüzsuyu , şeref, haysiyet, namus. |
| A’dâd | adetler , sayı lar. |
| Adale | kas, kaslar. |
| Adem | yokluk , hiçlik, olmama, bulunmama |
| Adû | düşman . |
| Afâk | ufuklar , dış alemler; taraflar, yönler. |
| Ağniyâ | zenginler,ganiler. |
| Âğûş | kucak,sığınılacak yer. |
| Ağyâr | başkaları , yabancılar, düşmanlar, |
| Âhâd | birler , birden dokuza kadar olan sayılar. |
| Ahcâr | taşlar . |
| Ahenîn | demirden,demir gibi; çok kuvvetli, pek |
| Aheste | yavaş , ağır, usul. |
| Ahfâd | torunlar , hafidler. |
| Ahiren | sonradan . Son olarak, geçenlerde, son |
| Ahlâf | gelecek nesiller. |
| Ahlât | kar ıştırılmaya elverişli, çok |
| Ahrâr | hür kişiler, özgürler, esir ve köle |
| Ahyâ | diriler, canl ılar. |
| Akabât | 1 . Korkunç durumlar, tehlikeli anlar. 2. |
| Akdâh | kadehler . Akdes: en mukaddes, en mübarek, en kutsal. |
| Âkil | yiyen , yiyici. |
| Akîm | neticesiz, beyhude, sonuçsuz; kısır, |
| Aksâ | en son, uzak, en uzak. |
| Aktâr | 1 . Her taraf, her yer, taraflar, yöreler |
| Akvâl | sözler , kaviller, konuşmalar. |
| Akvâm | kavimler , ırklar, milletler. |
| Âlâm | elemler ,kederler,acılar, üzüntüler. |
| Amâde | hazır, hazırlanmış. |
| A’mâk | derinlikler . |
| Amâl | amell er, işler; emeller, arzular, istekler. |
| Amel -mânde | iş göremez durumda olan. |
| Âmennâ | inandık , iman ettik. |
| Amîk | derin . |
| Amûd | sütun , direk. |
| An- karib | yakından , en kısa zamanda, çok |
| Ananât | ananeler , gelenekler. |
| Anâsır | unsurlar , elementler, elemanlar. |
| Ârâ | 1. Oylar, reyler, fikirler. 2.süsleyen, |
| Arâkiyye | dervişlerin giydikleri yünden |
| Ârâm | 1. Durma, dinlenme,sükun, karar 2. |
| Aramgâh | dinlenme yeri, mezar. |
| Arsenik | bir tür element. |
| Arz | 1.toprak, yeryüzü, dünya, zemin. |
| Âsâr | eserler , izler, nişanlar. |
| Asûd | arslanlar , yiğitler. |
| Âsüman | gökyüzü , sema, felek , gök kubbe. |
| Âşinâ | bildik, tanıdık; bilen, tanıyan. |
| Aşiyân | yuva , ev, mesken, ikametgâh, kuş |
| Aşûb | kargaşa , karıştırıcı, karıştıran. |
| Ateh | bunama, bunaklık |
| Âti | gelecek , ilerideki, aşağıdaki; inatçı, kalın |
| Attâr | baharatçı , aktar, güzel koku satan adam. |
| Avâlim | alemler , dünyalar, cihanlar. |
| Âyât | ayetler , menziller, mekânlar. |
| Ayyuk | 1.gökyüzünün pek yüksek |
| Âzâde | hür , özgür, serbest, bağlardan kurtulmuş. |
| Ba’s | 1 . Dirilme, diriltme, diriliş, |
| Bâb | 1 . Kapı, bölüm, kısım, fasıl; mevzu, konu. |
| Bâd | 1 .rüzgâr , yel; soluk, nefes 2.defa, kez; yük, |
| Bâde | şarap, içki; k adeh.. |
| Bâdî | 1 .sebep, sebep olan, yol açan; halk eden, |
| Badîye | çöl , sahra; kır, ova. |
| Bahr | 1 .deniz, büyük göl veya nehir. 2.âlim, çok |
| Bahr -i ahmer | kızıldeniz. |
| Bahs -i dûradûr | uzayıp giden mevzu. |
| Bâlâ | üst , yukarı, yüksek, yüce. |
| Bâr | 1 .yük, zah met, eziyet, ağırlık. 2.yemiş, |
| Bârân | yağmur , rahmet. |
| Bargâh | yüksek huzur, padişah huzuru, otağ, |
| Bârû | sur , kale duvarı, burç, hisar burcu , |
| Ba'sü ba'de'l -mevt | ölümden sonra diriliş. |
| Bâzîçe | oyuncak , eğlence. |
| Bedâyi | eşi benzeri olmayan g üzellikler. |
| Bedi' | güzel, eşsiz güzel, benzersiz, beğenilen, yepyeni, eşi ve benzeri olmayan. Bedî: benzersiz güzel, üstün, özgün. |
| Bedîhî | isp at gerektirmeyecek kadar açık, |
| Bedreka | kılavuz , uğurlama, yolcu etme. |
| Behâim | hayvanlar, Suriye’de bir sıradağ. |
| Behîmî | hayvanca, hayvani, hayvana yakışır |
| Beht | şaşkınlık, hayranlık; yalan söylemek, |
| Bekâ | kalıcılık , devamlılık, ebedilik, ölmezlik. |
| Beliyyât | belalar , gamlar, felaketler, kederler, |
| Benân | parmaklar , parmak uçları. |
| Benât | kızlar , bebekler. |
| Bendegân | padişahın hizmetindekiler, kullar, |
| Ber | 1. Üzere, üzerine, yukarı. 2.göğüs, sine, |
| Berâhîn | deliller , kanıtlar, şahitler. |
| Berceste | 1 . Seçkin, seçme, sağlam ve latif. |
| Berdâr | asılmış , yukarı kaldırılmış; tutucu, itaat |
| Berf | kar . |
| Berhâne | eskiyip harap olmuş konak, ev. |
| Berhudâr | mutlu , saadete erişen, selamette. |
| Berîn | 1.ço k yüksek, en yüce, yüksek, yüce |
| Berk | 1.katı, sert, sağlam. 2. şimşek, yıldırım, |
| Berk -i nigâh | şimşek (gibi) bakış. |
| Bermu’tâd | alışıldığı üzere, her zamanki gibi. |
| Bernâme | mektup başlığı, zarfın üzerindeki |
| Berzede | biriktirilmiş , toplanılmış, bir araya |
| Besîm | güleryüz’ü, güleç. |
| Beşâret | müjde , muştu, iyi haber, müjdeleme. |
| Beşuş | güleryüzlü , şen. |
| Bevad | mahvolma , yok olma. |
| Beyâbân | çöl , sahra, kır. |
| Beyyinât | deliller , mucize li açık ayetler, açık ve |
| Beyzâ | 1.beyaz, bembeyaz, parlak; yumurta. |
| Bezl | cömertçe vermek, bol bol vermek, |
| Bezm | 1.sohbet m eclisi, eğlence meclisi, içki |
| Bî-aram | durup dinlenmeme. |
| Bîdâr | uyanık , uykusuz, uyumayan. |
| Bidâyet | başlangıç , başlama; ilk önce, ilk olarak. |
| Bîhûş (et -) | aklını başından almak. |
| Bîhûş | akılsız, şaşkın, sersem. |
| Bi-insaf | insafsız, acımasız. |
| Bîkes | kimsesiz . |
| Bilfarz | farz edelim ki, diyelim ki, varsaymakla, |
| Bimâr | hasta. |
| Bî-meâl | anlamsız, manasız. |
| Bîn | gören anlamında son ek. |
| Bina | göz, gören, görücü; ev, yapı, bina e tme, dayandırma. Bî-payân: sınırsız, sonsuz. |
| Bister | yatak, döşek. |
| Bîtâb | güçsüz, yorgun, takatsiz. |
| Bî-tenâhi | sonsuz, tükenmez. |
| Bî-vâye | nasipsiz, kısmetsiz, mahrum. |
| Bî-zar | bıkmış, usanmış, bezginlik. |
| Bû'd | uzaklık, mesafe, aralık, boyut. |
| Bûd | varlık , uzaklık. |
| Buhayre | göl, küçük deniz. |
| Buk’a | ülke , yer, diyar, yer parçası, boş ve ıssız |
| Burûc | burçlar . |
| Büd u nebüd | var yok, oldu olmadı. |
| Büka | ağlama . |
| Bülend | yüce , yüksek, büyük. |
| Bünyâd (kur -) | temel atmak. |
| Bünyâd | t emel, kök, yapı, bina. |
| Bünyân | bina , yapı, duvar, saray. |
| Bürehne | açık , yalın, çıplak. |
| Cahim | cehennem, cehennemin dördüncü |
| Cahîmî | cehennem gibi. |
| Câmedâ n | gardrop. |
| Câmid | cansız, donmuş, donuk, hareketsiz, |
| Câri | akan, akıcı geçerli, yürürlükte, yürüyen. |
| Câvidâ n | ebedi, sonsuz, kalıcı. |
| Cây | yer, makam, mevki; değer, layık. |
| Cebânet | korkaklık, ürkeklik. |
| Ceberu t | azamet, büyüklük , hakimlik; baskı, |
| Cebin | 1. Alın. 2. Korkak, cesaretsiz, yüreksiz. |
| Cebin -i sîmîn | g ümüşe benzer alın, gümüş gibi |
| Cebri | zoraki, zorla, zorunlu olarak. |
| Ced | ata, dede. |
| Cedel -gâh | mücadele yeri, dünya. |
| Cefa-dide | cefa görmüş, cefa çekmiş. |
| Celâdet | yiğitlik, kahramanlık , bahadırlık. |
| Celî | belli , açık, aşikar, meydanda, parlak. |
| Cenâh | kanat, taraf, yan, yön, kısım; kol, pazu. |
| Cenub | güney. |
| Cerh | yaralama,yaralatma, çürütme, yara. |
| Ceride | gazete , tutanak; yalnız, tenha. |
| Ceriha | yara. |
| Cevâmî | toplayıcı olan şeyler. |
| Cevelan | dolaşma , gezme, gezinti. |
| Cevelan -gâh | dolaşma yeri, gezinme yeri , gezip |
| Cevf | iç , iç kısım, oyuk, çukur, boşluk; orta, yarı. Cevv: hava boşluğu, gök, yer ile gök arası, gök |
| Ceyb | cep , yaka. |
| Cibah | cepheler , alınlar. |
| Cibal | dağlar . |
| Cibal -i velveledâr | sesli dağlar, gürültülü dağlar. |
| Cibilli | y aratılıştan, mayadan , soydan; huy, |
| Cidâl | mücadele , kavga, çekişme, cenk, |
| Cidâr | duvar . |
| Cife | leş , ölü hayvan, kokmuş et. |
| Cihâz | çeyiz , alet, edevat, aygıt, sistem; organ, |
| Cud | cömertlik , eli açık olmak. |
| Cuş | coşma , kaynama . |
| Cuşiş | coşkunluk , coşma, coşku. |
| Cuy | akarsu , ırmak, çay; arayan, arama. |
| Cuybar | akarsu , ırmak, nehir, dere, çay. |
| Cüdâ | uzak kalmak, ayrı düşmek, ayrı, ayrılmış, |
| Cündi | sipahi, süvari, usta binici, ata iyi binen. |
| Cünun | delilik , cinnet, delirmek . |
| Cür’a | bir yudumluk su, içim, yudum. |
| Çâk | 1.yırtmak, yırtık, çatlak, yarık, yırtmaç. |
| Çakşır | 1.ince kumaştan yapılan uzun bir çeşit |
| Çalâk | çevik , atik, kıvrak, yerinde duramayan, |
| Çerâğ | kandil , lamba, mum, çıra. |
| Çin | kıvrım , kırışık, büklüm, buruşukluk. |
| Dalkavuk | çıkar ve yarar beklediği ya da |
| Damǎn | bir şeyi üstlenme, taahhüt ve garanti |
| Dani | kişiler nezdinde doğacak zararlardan |
| Dar ü divar | yer, ülke, mekân . |
| Daraban | vurma, vuruş, çarpış, çarpıntı. |
| Daye | çocuk hizmetçisi, çocuğa süt veren dadı, |
| Dehen | ağız |
| Dehhaşe | çok korkunç, dehşetli |
| Dehr | dünya,devir,çağ,çok uzun zaman. |
| Dehşet | bir tehlike ya da korkunç bir şey |
| Delâlet | deliller, kanıtlar |
| Dem | kan, soluk, ağız,nazar,an,vakit,saat. |
| Demâdem | zaman zaman, her vakit, daima, her |
| Deni | dünyaya ait , fani ve geçici . |
| Dereke | seviye, aşağı derece, gitgide alçalan |
| Derun | içyüz,iç taraf, kalp,gönül |
| Derya | deniz |
| Dest | , el, (çoğulu:düşüt) dört bucaklı yastık ve |
| Destâr | sikkeye sarılan sargı, mevlevilikte sarık |
| Destar | eskimiş sarık, halk ağzında örtü |
| Desti | testi. Deva: hastalığı iyileştirici nesne, ilaç; çözüm, |
| Devahi | felaketler, büyük afetler,kazalar,üstün |
| Devair | daireler |
| Deverân | dolaşma, dönme, dolaşım |
| Devr -i istibdad | baskı dönemi |
| Devr -i istila | istila zamanı |
| Deyyar | manastır sahibi, biri, bir kimse, fert |
| Didar | yüz, çehre, göz, görüş kuvveti |
| Dide | göz/görmüş, görül müş |
| Didinmek | hiç durmadan, kendini yıpratırcasına |
| Dil- hah | gönlün isteği, arzusu |
| Dilber | gönül alan güzel sevgili |
| Dil-nişin | gönülde yer tutan. Latif hoş. |
| Dimağ | akıl, beyin |
| Din-i fıtri | insanın tabiatına uygun din, islam |
| Din-i mubin | islam dini |
| Duhât | zekiler, dâhiler |
| Dur | uzak kalmak |
| Dümbelek | ağzında deri gerilmiş dipsiz bir |
| Düra dür | uzun uzadıya, uzaktan uzağa; |
| Dürdane- i ismet | temizlik incesi |
| Düstur | genel kural, nizam. |
| Düşun | dış evrenin kişinin zihninde yansıması |
| Eb'ad | çok uzak |
| Ebkem | dilsiz |
| Ecdat | geçmişteki büyükler, atalar ve dedeler |
| Ecir | · bir işi yapmak için kendi kuvveti ni veya |
| Ecnam | son, işin sonu mecaz : gelecek |
| Ecza | tek parça, kısım ,birimler, unsurlar. |
| Edvar | devirler, dönemler |
| Efkan | bağırıp çağıran |
| Efkâr | fikirler, kaygı, tasa, üzüntü ve sıkıntı |
| Eflaka | göklere |
| Efrâd | fertler, bireyler ve şahıslar |
| Ekseriyyet | çoğunluk, çokluk |
| Ekvan | varlıklar |
| Elhasıl | sonuç olarak |
| Elim izmihlal | acı yok oluş |
| Elvah | levhalar,portler,tablolar |
| Elzem | gerekli |
| Emel | gönülde yaşatılan ve gelecekte |
| Emin tarık | güvenilir yol |
| Emvac - ı berfu baran | yağmur ve kar dalgaları |
| Emvac | dalgalar |
| Emvat | ölüler |
| Enbiye | nebiler, peygamberler |
| Encüm | yıldızlar |
| Encümen | cemiyet, meclis |
| Endaze | eskiden kullanılan 65cm boyunda bir |
| Endülüs | 711 -1492 arasındaki müslümanlığın |
| Enfes | putlar Enfiye: toz haline getirilmiş tütünün burun |
| Engin | açık deniz çok geniş iyi |
| Enin i istimat | yardım iniltisi |
| Enin | inilti, feryatlar |
| Enini muhtazarı | ölümü bekleyen |
| Enini ruh | ruhun inleyişi |
| Enkaz ı tarumar beşer | darmadağın |
| Enkaz -i beşer | insan yığını |
| Ensar | medine yerlileri hicret eden mekkelilere |
| Envar | nurlar,ış ıklar,aydınlıklar.maddi veya |
| Epsar | farkında olan gözler |
| Erbab | işini iyi bilen |
| Erkan | bir toplumun önde gelenleri, söz |
| Ervah | ruhlar |
| Esaret | kölelik,tutsallık ve esirlik |
| Esbab | gerektirici sebepler, gerekçeler |
| Escad | cesetler |
| Esef et - | üzülmek |
| Eşbah | uzaktan görülen karartılar ve hayaller |
| Eşed | şiddetli |
| Eşhas | kişiler, şahıslar |
| Eşkâli | şekiller |
| Eşvak | şiddetli arzular, istekler |
| Etfâl | ç ocuklar |
| Etradı | şahıslar, fertler |
| Evamir | emirler |
| Evellce | önceleri eskileri |
| Evham | temelsiz kaygılar kuruntular ve |
| Evkaf | vakıflar müdürlüğü |
| Evvel | önce |
| Evvela | ilk iş olarak ilkin ilk önce |
| Eyer | binicinin rahat olmasını sağlamak için |
| Eytam | yetimler |
| Eyyami | günler |
| Ezeli | başlangıcı olmayan, öncesiz, eski. |
| Faide | fayda, kazanç, kar, yararlılık. |
| Fârûk | Hz. Öme r'in lakabı. Fârûk kelimesi |
| Fasıl | bölüm |
| Fasid | bozuk |
| Faslü’l -hitab | seslenme bölümü |
| Fatin | ışık |
| Fazıl | değerli, erdemli |
| Feca’ atle | içler acısı |
| Fecayi | musibet |
| Fecr | şafak, tan ağarması. |
| Fecr-i nazan | nazlı şafak |
| Fedai | her tehlikeyi göze alan ülkü yolunda |
| Felah | kurtuluş |
| Fenni | yöntemine göre yapılan ya da yönetimine |
| Ferağ | uzak durma |
| Feraiz-i iman | imanın şartları |
| Ferda | yarın, gelecek zaman. |
| Ferid | eşsiz |
| Ferîk | osmanlı devleti 'nin son dönemi |
| Fersude | eskimiş |
| Ferş-i rahıd | yolun yaygısı |
| Feryad | bağırmak, çığlık atmak |
| Fes | sarık Fesad: bozulma |
| Fetret | iki olay arasında gecen süre |
| Fetva | din adamının verdiği dini görüş |
| Feve fevc | dalga dalga |
| Fevk | üst |
| Fevkinden | üstünden |
| Feyfa | çöl |
| Feylesof | filozof |
| Feyyal | fil çobanı. File bakan kimse. |
| Feyyaz | feyyaz, arapça kökenli bir isim |
| Feyz | feyiz (feyz) ve feyezân ke limeleri (çoğulu |
| Feyza | bolluk, bereket, verimlilik |
| Feza | uzay |
| Fezail | faziletler |
| Fıkka | ufak, çok küçük. |
| Fırka | siyasal parti |
| Fıtrat | yaratılış |
| Figan | bağırmak |
| Fikr | düşünce |
| Fikri hürriyet | hürriyet düşüncesi |
| Fikr-i kavmiyet | ırkçılık düşüncesi |
| Fikr-i nez ih | temiz düşünce |
| Fil hakika | doğrusu, gerçekten |
| Fitne | kargaşa, karışıklık |
| Fuad | kalp, gönül |
| Fukaha | fıkıh alimleri |
| Furkan- ı hakim | hikmetli kuran |
| Fünun | fenler |
| Fünun -ı hendese | geometri ilimleri |
| Füshat | genişlik |
| Füsul | mevsim |
| Fütur | bezginlik |
| Füyuzun | feyizler |
| Gafil | aymaz, habersiz, hazırlıksız |
| Gâhi | ara sıra, zaman zaman |
| Gaib | görülmeyen âlem, göz önünde |
| Galebe | yenmek, üstünlük |
| Galeyan | kaynamış, mecazen coşma, |
| Galeyh | kaynama |
| Galin | yatak |
| Gamgin | oyun |
| Garâbet | gariplikler, tuhaflıklar |
| Garb | batı, avrupa |
| Gârib | yurdundan uzak kalan, bilinmeyen, |
| Gaye | amaç, sonuç, bir şeyin son noktası, uç |
| Gayet | aşırı ölçüde, pek çok |
| Gazel | divan edebiyatının en yaygın nazım şekli |
| Gılzet | kabalık, sertlik |
| Girdab | tehlikeli yer ya da durum |
| Girizan | kaçan, firar eden |
| Girudâr | savaş |
| Girye | gözyaşı |
| Gisu | uzun saç, omuza dökü len saç |
| Gubar | keder |
| Gulgule -hiz | gürültü yapan |
| Gulgules | gürültü patırtı |
| Gum -nam | eseri kalmamış kaybolmuş |
| Gunagun | çok çeşitli |
| Gurebâ | yabancı, kimsesiz |
| Gurüb | güneşin batması |
| Gusn | kırılmış dal, ağaç dalı |
| Gümrah | gür, bol, sık, çok Güne: gidiş |
| Güş | işitmek, duymak |
| Güyâ | sanırsın ki, sanki sözde |
| Güzin | nadide, seçilmiş, seçkin, beğenilmiş |
| Hab gâh | yatak odası |
| Hab- ı sükûn | sakin uyku |
| Habe | sahip olmak |
| Hacet | gereklilik |
| Hacil | utanmak , utanmış |
| Haç | Hristiy anlıkta önemli bir sembol |
| Had | yetki, sınır |
| Hadim | hizmetkâr , hizmetçi Haiz: bir şeyi |
| Hâk | yer, toprak |
| Hakaik | hakikatler |
| Hakdan | allah’ın yarattığı kul |
| Haki | toprak |
| Hakikat | gerçek |
| Hakikat -ı yelda | uzun gecenin gerçeğ i |
| Hâkim -i fıtrat | yaratılışın hâkimi |
| Hakir | küçük , önemsiz |
| Hakkı hayat | hayat hakkı |
| Hak-sar | yere sermek, toz toprak içinde kalmış, |
| Hal | durum, vaziyet, görünüş, tavır |
| Halas | kurtuluş kurtulma |
| Halef | arkadan gelen, ardından gelen kimse |
| Haleti rühiyye | ruh durumu |
| Halife | H z Muhammet’ten sonra, onun vekili |
| Halik | yaratıcı, yaratan |
| Halil | dolu, sağanak |
| Halisane | candan |
| Halk | ortaya koymak, meydana çıkarma k |
| Hallak | yaratıcı |
| Hamakat | ahmaklık, aptallık Hamaset: kahraman, kahramanlık , yiğitlik |
| Hamiyyet | milleti himaye etmekte, korumakta |
| Hamuş | sakin, suskun |
| Han ü man | ev bark, ail e ocağı |
| Hande -i nur | parlak gülüş |
| Hane | ev, konut |
| Hanumansız | evsiz |
| Hara | tepinme oynama |
| Harab | yıkılmaya yüz tutmuş ve çok eski ve |
| Harameyn | mekke ve medine şehirlerini birlikte |
| Haras | dilsizli k, dilsiz olma |
| Harb | savaş |
| Harde | zorlu |
| Harem | padişahın aile yaşamını sürdürdüğü, |
| Harim - i din | dinin korunması |
| Hârim | yasaklanan, korunan, saygı duyulan şey |
| Harim -i canan | sev gili yuvası |
| Hasbi | gönüllü olarak ve karşılık beklemeksizin |
| Hasıl | ortaya çıkan, türeyen, var olan |
| Hasire | zarara uğrayan |
| Hasis | cimri |
| Hasm | en büyük düşman |
| Hasmım | düşman |
| Haş | özel, çok yakın |
| Haşa | İslam dininde uygun olarak kabul |
| Haşr | birlikte olmak, yan yana olma, toplanmak |
| Haşyet | korku, korkma, endişe duyma |
| Hatır | düğün |
| Hatırat - ı latif | tatlı hatıralar |
| Hatip | söz söyleyen, cemaatte topluluğa karşı |
| Hatmi enfas | nefesleri tükenmek, ölmek |
| Hatve | adım, mesafe |
| Havali | çevre, dolay, yöre |
| Havas | yüksek seviyede olanlar |
| Havatır | akla gelmek |
| Havi | ihtiva eden, içeren |
| Havsala | zihnin bir şeyi kavrama derecesi |
| Havvas | yüksek seviyede olanların, üstekilerin |
| Haya | utanmak, çekinmek |
| Hayat ı nev | yepyeni yaşam |
| Haybet | saygıya dayanan korku, mahremiyet |
| Hayfa | yazık |
| Hayme | çadır |
| Hayret | beklenmedik, şaşırtıcı, garip bir şeyin |
| Haysiyet | şeref, itibar |
| Hayyiz | mekân, yer, makam |
| Hazin | içe dokunan, üzüntü verici, acıklı |
| Heder | boşa gitme, ziyan olma bir işe yaramama |
| Helak | orta dan kaldırma, yok etme |
| Helecan | titretme, çarpıntı |
| Hemal | taşımak |
| Hemşizade | kız kardeşin çocuğu |
| Hercümerc | darma dağın Herdem: taşımak |
| Herze | saçma sapan söz ya da davranış . boş |
| Hesti | varlık, var olma |
| Heval | dost |
| Hey’et | k urul |
| Heybet | yücelik, azamet, büyüklük |
| Heybetli | görünüşü korku ve saygı uyandıran |
| Heyhat | yazık, yazık ki anlamında kullanılır |
| Heyula | korkunç hayal, ürkütücü şey |
| Hezel | alay, şaka |
| Hezeyan | abuk sabuk konuşma saçma sapan |
| Hezeyas | sayıklama |
| Hezimet | bozgun |
| Hicran - ı müebbed | sonsuz ayrılık |
| Hicran | ayrılık |
| Hidayet | bir kimseyi tanrı tarafından |
| Hiddet | sinir, öfke |
| Hikmet i kuran | kurana mahsus hikmet |
| Hilaf | zıt |
| Hilkat | Allah’ın yaratması |
| Himme t | kayırma ,yardım,çaba,çalışma |
| Hiram | yürüme,gezinme, salınarak eda ve naz |
| Hissi -i milliyet | milliyet duygusu |
| Hizb | kısım, parça |
| Hotoz | eski zamanlarda kadınların başlarına |
| Hödük | anlayışı kıt, kaba saba kimse |
| Hucü m | saldırı |
| Hucüs | sessiz, sakin durmak, alçak gönüllü |
| Huda | doğru yol veya doğru yolu gösteren kişi |
| Hufre | çukur |
| Hulul | birşeyi çözmek bir yere intikal etmek |
| Hunu | kanı |
| Hurab | bakımsız kalmış, bakımsızlıktan |
| Huraf | harfler |
| Hurafat | hurafeler, harfler. |
| Hurafe | akla aykırı, uydurma şeyler. |
| Huruş aver | gürültü, aşama. |
| Huruş | coşku, coşmak. |
| Huruşan | esip coşmak. |
| Hurüş | kendinden geçme. |
| Hutbe | söz söylemek, hitap etmek, konuşmak. |
| Hutur | kafası karışmış. |
| Hutür | akla getirmek. |
| Hüccet | delil, senet. |
| Hüdud | sınır. |
| Hüfeyre | çukur. |
| Hülasa | özet. |
| Hülya | tatlı düş, hayal. |
| Hümüs | bitkilerin çürümesiyle oluşmuş olan koyu renkte organik toprak. |
| Hün-i mazlum | mazlum kanı. |
| Hün | kan. |
| Hüruşa | coşup ağlamak. |
| Hürüş | coşkun, coşma. |
| Hüsn | güzellik. |
| Hüsran | mahrumiyet, kayıp, ümitsizlik, elem. |
| Hüsran | umulan beklenilen bir şeyin elde edilememesinden duyulan acı, düş kırıklığı. |
| Hüveyde | aşikâr. |
| Hüzme | demet. |
| Irgat | çalışan, işçi. |
| Irşâd | doğru yolu göstermek. |
| Islah | düzeltme. |
| İ’la | yüceltme. |
| İ’laya | yüceltmek. |
| İane | yardım. |
| İbahiyye | haram, yasak olan şeyleri helal kılmış. |
| İbn-i avf | Abdurrahman b. Avf. |
| İbraz | ortaya koymak. |
| İbret | kötü, yanlış davranışlardan sakınmayı sağlayan olgu. |
| İcazet | 1. izin, onay, onaylama. 2. diploma. |
| İcbar | zorlama. |
| İctihad | sosyal hayatta şeriatın kaynaklarında yer alamayan soruları çözmek için zihinsel çaba harcama. |
| İçtimai | toplumsal. |
| İddiay-ı kavmiyet | ırkçılık iddiası. |
| İdlal | saptırmak. |
| İdrak | zihin. |
| İffet | namus. |
| İfsad | bozgunculuk. |
| İgze | izin, onay. |
| İhkak | hak. |
| İhsan | iyilik. |
| İhtar | uyarı. |
| İhtiram | saygı. |
| İhvan | 1. yakın dostlar, yakın arkadaşlar. 2. aynı tarikattan olan kimseler. |
| İhya | diriltme. |
| İkbal | yüksek bir makama erişme. |
| İkdam | gayretle çalışma. |
| İkmal | bütünleme. |
| İkrar | bildirme, açıkça söylemek. |
| İktiham | bir zorluğu giderme. |
| İlahi | tanrısal. |
| İlhad | küfür, inkâr, dinsizlik. |
| İlik | kemiklerin iç boşluklarını dolduran doku. |
| İlim | evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, gerçeğe dayanan yöntemlerle sonuç çıkarmaya yarayan düzenli bilgi. |
| İllet | hastalık. |
| İltia | sığınma. |
| İltikaf | kendini bir konuya verme. |
| İltiva | kıvrılmak. |
| İmdat | yardım. |
| İmhal | bırakmak, mühlet verme. |
| İmti dad-ı mehibince | heybetli, uzama. |
| İmtidat | uzanmak. |
| İmtizac | uygunluk. |
| İnayet | lütuf, ihsan, iyilik, yardım. |
| İncizab | kapılmak. |
| İnfan | bilmek. |
| İnfial | gücenme, darılma. |
| İnfial | tutuşan. |
| İnfilali | kızgınlık duyma. |
| İnkılap | devrim, değişim. |
| İnkıyad | boyun eğme, uyma. |
| İnkisar | kırılma, gücenme. |
| İnkişaf | gelişim, gelişme. |
| İnkişaf | gelişme, gelişim, gelişmiş. |
| İnlem | acı sesler. |
| İnsaf | acıma, mantığa dayalı adalet duygusu. |
| İnsaniyet | insanlık. |
| İnşad | şiir okuma. |
| İntibah | 1. sinirlerin uyanması, uzuvların harekete geçmesi. 2. uyanış, uyanma. |
| İptidai | ilkel mektep, Osmanlı zamanında küçükten büyüğe eğitim düzeyi. |
| İrfan | anlama, kültür. |
| İrşad | doğru yolu gösteren. |
| İsabat | bir şeyi açıklığa kavuşturmak, delil getirmek. |
| İskandil | derinlik ölçme aleti. |
| İskirham | yalvarış. |
| İsti dad | yetenek. |
| İstibdat | baskıcı yönetim. |
| İstidat | yetenek, hazırlık. |
| İstihfaf | hafife alma. |
| İstihkar | hakir, zelil. |
| İstikbal | gelecek. |
| İstiknah | araştırma. |
| İstikrah | iğrenmek, tiksinmek. |
| İstimdat | tehlikeli durumlarda yardım isteme. |
| İstinsah | kopye. |
| İstirham | yalvarma. |
| İşar | göstermek. |
| İşrak | parıltı. |
| İşve | aldatıcı, çekici, hoş tavır. |
| İşve | cilve. |
| İtilla | yükselme. |
| İttihaz | sayma, tutma. |
| İyan | aşikâr. |
| İyazen | sığınma. |
| İyd | bayram. |
| İzan | kavrayış. |
| İzdiham | kalabalık. |
| İzmihlal | çökme, yıkılma, yok oluş. |
| İzzet | büyüklük, ululuk, yücelik. |
| Jamime | Genelleştirme. |
| Janafeyri | İki yön. |
| Jazib | Eziyet etme. |
| Jemaşare | Seyretmek. |
| Jemine | Güven verme. |
| Jerezu | Bakışma. |
| Jevcih | Yönetme. |
| Jimsal’i ilahi | İlahi benzetme. |
| K: arar ı erzeli | En rezil karar. |
| Ka betullah | Allah’ın Kâbesi. |
| Kabail | Kabileler. |
| Kâbetullah | Allah'ın Kâbesi. |
| Kabil | Mümkün olan, kabul edilen. |
| Kabiliyet | Yetenek. |
| Kabristan | Mezarlık. |
| Kabus-i huni | Kanlı kabus. |
| Kadı asker | Osmanlı’da şer’i davalara bakan askeri hâkim. |
| Kadid | İskelet. |
| Kadim | Çok eski zamandan var olmuş veya eskiden beri var olan. |
| Kadr | Değer bilmek. |
| Kadrül lahtan | Allah’ın kaderi. |
| Kâfi | Yeter. |
| Kafile | Grup. |
| Kaftan | İpekli kumaştan yapılan giysi. |
| Kah olmak | Ara sıra, kimi kez. |
| Kahbe | Hilekâr, kalleş. |
| Kair | Derinlik, dip. |
| Kalpak | Deriden veya kürkten başlık. |
| Kaltaban | Hileci, düzenci. |
| Kamer | Ay. |
| Kâmilen | Topluca, hep birlikte. |
| Kamş | Meşelik ağaç. |
| Kandil | Fener. |
| Kani | Kişinin düşünerek vardığı ve inandığı kesin düşünce. |
| Kanun-i sa’y | Çalışma kanunu. |
| Kanun-i esasi | Anayasa. |
| Kar ü bâr | Vur kaç tekniği. |
| Kâr | Kazanç. |
| Karar-ı erzel | En rezil karar. |
| Karban | Kervan. |
| Kari | Okuyucu. |
| Karib | Yakın. |
| Karye | Köy. |
| Kasaid | Kasideler. |
| Kasvet | İç sıkıntı. |
| Katre-i avare | Başıboş damla. |
| Katre | Damlacıklar, kuyudan damlayan su. |
| Kavi | Kuvvetli. |
| Kavim | Aynı soydan gelen, töre, dil ve kültürleri bir olan insan topluluğu. |
| Kavm-i Necib | Soylu, seçkin, temiz ulus. |
| Kavmiyyet | Irkçılık. |
| Kavzan | Titreyen. |
| Kayd | Bağlamak. |
| Kayd-ı ömür | Yaşadığı süreç. |
| Kebe | Kısa kepenek. |
| Keçe | Hayvan tüylerinin dövülmesiyle yapılan kalın kumaş. |
| Kehvâne | Beşik. |
| Kemal-i Acizlik | Güçsüzlük. |
| Kemal-i Şiddet | Büyük bir şiddet. |
| Kerhen | İğrenerek. |
| Keşmekeş | Karışıklık durumu. |
| Kevni | Oluşan, ait, müteallik. |
| Kevr | Devretmek, dönmek. |
| Kevre | Zayıf, çelimsiz. |
| Kılağı | Kesici aracın keskin yüzünü bilemekte kullanılan ince çelik parça. |
| Kıyam | Ayağa kalkış, bir işe girişme. |
| Kıyam edip | Ayağa kalkmak. |
| Kıyam | Ayağa kalkış. |
| Kıyamı Haşr | Kıyamet günü. |
| Kibar-ı ümmeti | Ümmetin büyüğü. |
| Kibari | Büyükler. |
| Kitabü’l fetva | Fetva kitabı. |
| Koğ | Çekiştirme, kötüleme. |
| Kontrant | Sözleşme. |
| Kopuk | Toplum kurallarına uymayan, işsiz güçsüz. |
| Kudumiye | Büyük bir kimseye yoldan geldiğinde sunulan hediye. |
| Kurb | Yakın. |
| Kûrs-î celâl | Hiddet kürsüsü. |
| Kuruntu | Yanlış sanı, düşünce. |
| Kuvai | Kuvvetler, güçler. |
| Kuyûd | Kayıtlar, sınırlamalar. |
| Kübra | En büyük olan yol ya da büyük. |
| Küdein | İlaç. |
| Küfar | Kâfirler. |
| Kühen | Köhne. |
| Kühne | Gözü pek. |
| Kühsar | Dağlık yer, dağ tepesi. |
| Külhan | Kabadayı, serseri. |
| Külhanbeyi | Kabadayı, serseri. |
| Kürs-i mehib | Heybetli kürsü. |
| Kürsi | Taht, hükümdarlık. |
| La yüsel | Sorumsuz |
| Lafz | Ağızdan çıkan anlamlı ses veya sözün bildirilmesi |
| Lafz-ı muhkem | Başka bir ihtimal taşımayan açık manalı ayet ve hadislerle fıkıh usulünde açıklık bakımından en üst düzeydeki lafız için kullanılan bir terim |
| Lahavle | Artık sabrın tükendiğinde belirtmek için kullanılır. |
| Lahik | Ulaşan |
| Lahut | Ruhani, insanın ilahi ve manevi yönü |
| Lahut | İlahi alem, manevi alem |
| Lahuti | Tanrısal |
| Lahza | An |
| Lakin | Ama, ancak, fakat |
| Lal | Dilsiz |
| Lamise | Dokunma |
| Lane | Yuva, ev |
| Laşe | Leş |
| Latif | Güzel |
| Latif | Nazik ve merhametli davranmak, iyi muamele etmek |
| Leb | Dudak |
| Leb-i derya | Denizin altı |
| Lebriz | Taşkın, taşacak kadar, ağzına kadar dolu |
| Lebriz-i meserret | Sevinçle dolmak |
| Ledün | Zaman ve mekân zarfı |
| Leim | Yol göstermek |
| Leim | Alçak |
| Lem’a lem’a | Parıl parıl |
| Lemeân | Parlama, parıldama |
| Lems | Dokunmak |
| Lerzan eyle- | Titremek |
| Lerzedar | Titrek, titreyen |
| Levazım | Lazım olan şeyler, askeri malzemeler |
| Levh-i güzin | Seçkin tablo |
| Leyâl | Geceler, karanlık |
| Leyl-gun | Gece renkli |
| Leyl-i matem | Matem gecesi |
| Leyse li’l insani illa mâ-se-â | İnsanın kendi çaba ve çalışmasından başka bir şey yoktur. |
| Lihye-i Paki | Hz. Peygamberin yaratılışını, dış görünüşünü, mübarek vücut şeklini ve onun bütün güzel sıfatlarını ifade etmek için kullanılan bir deyim |
| Lika | Kavuşma |
| Lisan | Dil |
| Lisan-ı gayb | Görünmeyen alemin dili |
| Lisan-ı hal | Hal dili |
| Lisan-ı şiir | Şiir dili |
| Lüb | Öz |
| Ma budanlar | İlah |
| Ma sum | Suçsuz |
| Ma’bed | Tapınak, ibadet yeri |
| Ma’bed-i feyyaz | Bereket veren |
| Ma’mafih | Durum böyleyken |
| Ma’na | Anlam |
| Ma’sume | Günahsız millet |
| Maarifet | Herkesin gösteremeyeceği beceri, hüner, ustalık |
| Mademki | Çünkü |
| Mağribi aksaya | En uzak batı |
| Mahal | Yer, yöre |
| Mahfil | Toplandırılacak yer |
| Mahirane | Ustaca |
| Mahiyet | Nitelik, önem |
| Mahiyyet | Bir şeyin iç yüzü, aslı, esası |
| Mahkûm | Esir |
| Mahlûkat | Yaratık |
| Mahmur | Sarhoşluğun verdiği uyuşukluk, sersemlik |
| Mahrum | Yoksun |
| Mahviyyet | Alçak gönüllülük |
| Mahz | Sade |
| Maişet | Geçinme |
| Makber | Mezar |
| Makrun | Ulaşılmış, kavuşulmuş olan |
| Maksad | Amaç |
| Malik | Sahip |
| Malike l mülk | Mülkün sahibi |
| Malta | Akdeniz’de yer alan ada devleti |
| Mamelek | Bir kimsenin mal, hak ve borçlarının tümü |
| Mani | Engel |
| Manzur | Görülen, bakılan |
| Masivar | Allah’ın dışındaki varlıklar |
| Maskara | Eğlendirici |
| Masnu | Sanat eseri |
| Matbaa | Basma evi |
| Matbuat | Basın |
| Matem | Yas |
| Matlub | İstenilen |
| Matvi | Bükülü, dürülmüş şey |
| Maun | Yardım ve zekât; ev eşyası |
| Mazi | Geçmiş |
| Mazik | Dar yer |
| Mazlum | Zulüm görmüş |
| Mazlümine | Mazlumlar |
| Me mül | Umulan, beklenen |
| Me var | Sekiz cennetten üçüncü |
| Me yüs | Ümitsiz, üzgün |
| Me’lun | Lanetli |
| Meal i hilkute | Yaratılış manası |
| Meal | Anlam |
| Medfun | Defnedilmiş |
| Medhuş | Dehşete uğramış |
| Mefahir | Övünme, övünülecek şeyler |
| Mefkure | Gaye, ülkü, ideal |
| Mehib | Heybetli |
| Mektep | Okul |
| Mel un | Kötü, alçak, yaramaz |
| Melahat | Güzel |
| Melal | Can sıkıntısı, usanma |
| Memdud | Uzatılmış, yayılmış |
| Menar | Aydın, kültürlü |
| Menba | Kaynak, pınar |
| Menzil-i Feyza | İlim dolu nehir |
| Merdane | Yiğitçe |
| Mersiye | Divan edebiyatında ölüm konusunu işleyen şiir |
| Mes’uliyet | Sorumluluk |
| Mesire | Gezilecek yer |
| Meş’üm | Uğursuz, bedbaht |
| Meşhed | Mezar, şehitlik |
| Meşhüd | Gözlemlenen, görülen |
| Meşiyyet | İrade, istek |
| Meşreb | Yaratılış |
| Meta-ı mebzul | Bolca bulunan ucuz nesne |
| Methal | Giriş |
| Mevki | Yer |
| Mevkib | Kafile, alay, kortej |
| Meyil | Eğilme |
| Meyus | Ümitsiz, üzgün |
| Meyyit | Ölü |
| Mezbele | Çöplük |
| Mihnet | Üzüntü, sıkıntı |
| Mihrap | İmamın camide namaz kıldığı yer |
| Mihriban | Sevilen |
| Mikyas | Ölçü |
| Millet-i merhume | Ölü millet |
| Misyoner | Dini yaymakla görevli kimse |
| Muazzam | Büyük, yüce |
| Muğber | Kırgın, küskün |
| Muhacir | Göç eden |
| Muhal | İmkânsız |
| Muhit | Çevre |
| Muhkem | Sağlam, kuvvetli |
| Muhterem | Saygıdeğer |
| Mukaddes | Kutsal |
| Muktedir | İktidar sahibi |
| Munis | Cana yakın, sevimli |
| Murdar | Pis, kirli |
| Musahabe | Sohbet, konuşma |
| Musıki | Müzik |
| Mücadele | Savaş |
| Müderris | Ders veren âlim |
| Müdrik | Bilge |
| Müebbed | Ebedi |
| Müessese | Kurum |
| Müfekkire | Düşünme gücü |
| Mühim | Önemli |
| Mülk | Mülkiyet, sahip olunan yer |
| Mültecir | Sığınan |
| Münhasır | Belli bir sınır içinde olan |
| Müstehil | İmkânsız |
| Müstakbel | Gelecek |
| Müşfik | Merhametli |
| Müşkil | Zorluk, güçlük |
| Müştak | Çok isteyen |
| Mütevekkil | Tevekkül eden |
| Müverrin | Tarihçi |
| Müzevvir | Yalancı, dolandırıcı |
| Naagd | Para |
| Naaş | Ceset |
| Naçar | Çaresi olmayan, çaresiz |
| Nadan | Bilgisiz, cahil, hödük |
| Naf | Göbek, orta |
| Naf-ı asar | Faydalı eserler |
| Naga | Vakitsiz |
| Na-hak | Haksız, beyhude, boş |
| Nakkad | Tenkidci, bir şeyin iyisini kötüsünü ayıran |
| Nale | İnleyip, sızlamak, inilti, feryat |
| Nale-sera | Son akşam |
| Nam | İsim, ad, lâkab, ün, şan |
| Na-mahdud | Sınırsız, hudutsuz |
| Na-mahrem | Mahrem olmayan; kendisi ile evlenilmesi haram olmayan |
| Namdar | Ünlü, şöhretli, meşhur |
| Na-mütenahi | Sınırsız, sonsuz, engin |
| Namzet | Aday |
| Na-peyda | Belirsiz |
| Nara | Yüksek sesle bağırma, haykırma |
| Nas | Halk, insanlar |
| Nasara | Hristiyanlar, Nasraniler |
| Nasiye | Çehrenin gösterişi, alın, yüz |
| Nasula | İnsanın beşeri yönü |
| Nasüt | İnsanlık; insanlar ve onlarla alakalı şeyler |
| Nazar | Bakış, görüş, göz değmesi |
| Nazariyat | Kitabî bilgiler, görüşler, ispatlanmamış düşünceler |
| Naze | Cilveli, nazlı |
| Nazele | Yüzsüz |
| Nazenin | İnce yapılı, cilveli, edalı |
| Nebat | Bitki, Yemen diyarında bir kabile adı |
| Nebi | Tanrının buyruklarını ileten, peygamber |
| Nebiyy-i masum | Masum kimseler |
| Necat | Kurtuluş, selamet |
| Necib | Soylu, cömert, kerim kişi |
| Necm | Yıldız |
| Nedamet | Pişmanlık, nedamet etmek |
| Nefer | Er |
| Nefh | Güzel kokunun yayılması, kokmak |
| Nefha | Esme, esinti, üfürük |
| Nef-i Şahsi | Kişilik |
| Nefrin | Lanet, nefret, beddua |
| Nefs | Ruh, hayat, asıl; bedenin hissi istekleri |
| Nehar | Gündüz |
| Nehy | Yasaklama, yasak edilen şey |
| Nekalin | İşkence |
| Nekbet | Felaket, talihsizlik, şanssızlık, bahtsızlık |
| Nescid | Mısralar |
| Nesim | Hoş ve hafif rüzgâr |
| Nesim-i safa | Açık havadaki ayaz rüzgâr |
| Nesrin | Yaban gülü |
| Neşet | Meydana gelme, çıkma |
| Neşide | Manzume, şiir |
| Neşr | Yayma, dağıtma |
| Neva | Ahenk, ses, güzel sadâ, nağme, avaz |
| Nev-bahar | İlkbahar |
| Nevbet | Nöbet, sıra ile görülen iş |
| Nevha | Ölüye sesli ağlamak, ağıt |
| Neviye | Torun |
| Nevmid | Ümidsiz, me’yus, mükedder, cesareti kırılmış |
| Nezir | Korkutan, cezayı haber veren |
| Nidâ | Ses, seslenme, sesleniş |
| Nifak | Müslüman gibi görünüp kâfir olmak, iki yüzlülük |
| Nigah | Bakmak, nazar etmek, bakış |
| Nigah-ı ibret | İbretli bakış |
| Nigeh-ban | Gözcü, bekçi |
| Niha | Yas tutmak |
| Nihan | Gizli, saklı, bulunmayan, mevcut olmayan |
| Nim | Yarım, nısf, buçuk, yarı |
| Nira | Cehennem |
| Nisar | Saçmak, dağıtmak |
| Nisbetiye | Bağlantısı olmak, ilgisi olmak |
| Nişane | Alâmet, işaret, iz |
| Nitak | Kuşak, kemer |
| Niyaz | Dilek, yalvarma, dua |
| Nukus | Resimler, nakışlar |
| Numüne | Örnek |
| Nur-ı Nazar | Bakışın ışığı |
| Nur-ı Uluhiyet | İlahi ışık |
| Nur-i Didan | Nur yüzlü |
| Nusret | Zafer için yardım |
| Nuş | Tatlı şerbet gibi içilecek şey |
| Nübüvvet | Peygamberlik, nebi olmak, nebilik |
| Nücum | Yıldızlar |
| Nükhet | Koku |
| Nümayan | Görünen, aşikâr olan, gözükücü, parlayan |
| Nümayiş | Görünüş, gösteriş, dış görünüş, gösteri |
| Nüsha | Dualı kâğıt, sahife, yazılı şey |
| Nüşur | Yaymalar, dağıtmalar |
| Pâdişâh-ı şehid | Şehit, hükümdar |
| Pâk | Temiz, saf, katıksız. Hep, tamam, mübarek, kudsi |
| Paki şerin | Temiz |
| Pâkin | Her türlü kötülükten veya günahtan uzak duran, temiz kişi |
| Pakine | Ayrıca |
| Pamal | Pullu sürüngenler, kobragiller |
| Pâmel | Ezilmek, çiğnenmek |
| Pansör | Hür, düşünceli |
| Pare | Cüz, parça. Kesinti |
| Pâyimâl | Çiğnenmiş, ayak altına alınmış |
| Penahun | Sığınak |
| Per-dar | Asılmış, yukarı kaldırılmış |
| Perde-i esrar | Sırlar perdesi |
| Perde-i zulmet | Zulüm perdesi |
| Perran | Uçan, uçucu |
| Perüka | Berber |
| Pervaz | Uçmak, kanat açmak |
| Pesman | Dökülen, arta kalan |
| Peya | Rütbe |
| Peyâm-ı vedad | Dostluk haberi |
| Peyanun | |
| Peyda | Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan |
| Peyderpey | Art arda |
| Peyle | Eski kahvelerde ve evlerde duvara bitişik kerevet ve sedir |
| Peyma | Yol alan, kateden, ölçen |
| Peyman | And, yemin, muahede, ahitleşmek |
| Peymâne | Büyük kadeh |
| Peytan | Bir alayı günlerce misafir eden |
| Pıra | Süsleyici, düzenleyici, donatıcı |
| Pış | Huzur, ön, ileri taraf |
| Pinhan | Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir |
| Pir | Yaşlı, ihtiyar |
| Pira | Süsleyici, düzenleyici, donatıcı |
| Piraye | Zinet, süs |
| Pişgah | Ön, huzur, huzurunda |
| Pişi | Önünü gören, ileri görüşlü |
| Pomak | İslav kökenli Müslüman topluluk |
| Prizerin | |
| Protestan | Hristiyanlıkta reform yapılmasını isteyen, buna çalışan bir akım sonucu doğmuş olan mezhep |
| Pür | Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar |
| Ra’şedar | Titreyen, ürken |
| Rab | Tanrı |
| Rabıta | İlgi, münasebet, bağlılık, mensupluk |
| Raci | Geri dönen |
| Rahle-i tedkik | Araştırma masası |
| Rahmet-i Mevla | Allahın merhameti |
| Rahş | Yıkamak |
| Rakik | İnce |
| Raşe | Titreme |
| Re’y | Görme |
| Reca | Ümit, istek, arzu |
| Refref | Kanat çırpmak |
| Reh-güzarında | Geçit, yol üstü |
| Rehmetullah | Allahın rahmeti |
| Rehzen | Yol kesen, haydut, eşkiya |
| Rencide | Kırılmış, incinmiş |
| Reng-i giva | Başka renk |
| Reng-i Hüvviyet | Özgünlük |
| Reng-i Şule-i berk | Şimşek ışığının rengi |
| Reng-i zilal | Gölgeli renk |
| Revak | Kemer, kubbe, çardak |
| Revzen | Pencere |
| Reyb | Şüphe, tereddüt |
| Rezil akıbet | Kötü sonuç |
| Riayet | Saygı gösterme |
| Ric’at | Geri dönme, kaçış |
| Rical-i berhurdar | Mesut adamlar |
| Rida | Örtü, şal |
| Rikkat | Acıma, incelik, yufka yüreklilik, yumuşaklık |
| Ru’numun | Ortaya çıkan |
| Ruh | Nefes |
| Ruh-ı ecdad | Ataların ruhu |
| Ruh-ı edyan | Dinlerin aslı |
| Ruh-ı feyyaz | Bereket ve bolluk veren |
| Ruh-ı İblis | Şeytanın ruhu |
| Ruh-ı lain | Lanetli ruh |
| Ruh-ı sema | Huzur ve dinginlik |
| Ruku | Namazda eğilmek |
| Ru-numa | Yüz gösteren |
| Rücu | Geri dönme, dönüş |
| Sa’det | 1. Arzuların tatmin edilmesinden kaynaklanan durum. 2. Mutluluk |
| Sa’di | Uğur ve mutlulukla ilgili, uğurlu |
| Sa’y | 1. Çalışma. 2. Hacda sefa ile merve arasında yedi defa gidip gelmek |
| Sa’y-i beliğ | 1. Emek harcayarak gereği gibi çalışma. 2. Güzel, düzgün söz söyleyen |
| Saba | 1. Sabah yeli. 2. Klasik Türk müziğinde bir birleşik makam |
| Sabme | Vuruşma, çarpışma, sarsıntı |
| Sadâ | 1. Ses. 2. Erkek baykuş. 3. Bir böcek adı |
| Sadakat | 1. Sadakalar. 2. Dostluk, bağlılık |
| Sadda | 1. Suyu lezzetli olan örülmüş kuyu. 2. Örten, kapayan |
| Sadme | Çarpışma, vurma |
| Sadr | Göğüs |
| Sadr-ı İslam | İslam’ın göğsü |
| Sâfâ | Gönül rahatlığı, huzur |
| Saffet | 1. Saflık, temizlik, arılık. 2. Üstün güç |
| Safvet-i ruh | Ruh temizliği |
| Saha | Alan |
| Sahabe | Sahipler, sahip çıkanlar |
| Saha-i tatbik | Uygulama sahası |
| Sahib-kıran | Her zaman başaran hükümdar |
| Sahne-i decur | Karanlık sahne |
| Sahn-ı üryan | Çıplak alan |
| Sahra | Çöl |
| Sail | 1. Sual eden, soran. 2. Dilenci. 3. Denize açılmak |
| Saire | Diğer |
| Sakf | Dam, çatı, tavan, gökyüzü, sema |
| Sâkin | Hareketsiz, kendi halinde, yalın |
| Sal- hurde | Yıllanmış, yaşlı |
| Sâl | Yıl |
| Salâh | İyilik, rahatlık, sulh, iyileşme |
| Salahiyet- dar | Yetkili |
| Salat | Namaz |
| Salib | Haç, haçlı |
| Salka | Çuha, kadife, sırma gibi kumaşlardan yapılan kollu cepken |
| Saltanat | Hükümdarlık |
| Samimi | Öz, asıl |
| Samit | Sessiz |
| Samt | Susma |
| Samte | Sessizlik |
| San’at | 1. Her şeyi mükemmel bir şekilde yaratan Allah’ın yüceliği. 2. Ortaya konulan üstün yaratıcılık |
| Sarban | Deveci |
| Sarık | Kavuk, fes |
| Satveti | Ezici güç |
| Savaik | Yıldırımlar |
| Savlet | Hamle, hücum, saldırma |
| Sayan-ı merhamet | Acınmaya layık |
| Saye | Gölge |
| Saye-i nur | Nurlu gölge |
| Sayha | Feryat, çığlık |
| Sebad | Kararlı olma durumu |
| Sebat | Sabırlı olmak |
| Sebil | Su dağıtılan çeşme |
| Sefilân | Sefiller |
| Sefilâne | Alçak bir haldeki yaşam |
| Sehabe-i nur | Işıktan bir bulut |
| Sehabiyye | Bulut |
| Sekrân | Sarhoşlar |
| Selamet | Kurtuluş |
| Selef | Öncekiler |
| Sema | 1. Gök, gökyüzü, Allah katı. 2. Mevlevi ayin dönüşü |
| Seng | Taş |
| Seng-i cânid | Donuk taş |
| Seng-pâre | Taş parçası |
| Ser- nigun | Baş aşağı |
| Serab | Çölde uzaktan su ve yeşillik gibi görünen ışık yanıltması |
| Serâb | Şaşkın hale gelme |
| Serair | Sırlar |
| Serapa | Bütün olarak, tümüyle |
| Serdar | Komutan |
| Serir | Tahta karyola, kürsü, taht |
| Serir-i âlâ | Yücelik tahtı |
| Sermedi | Daimi, ebedi, sürekli |
| Sermediyet | Daimilik, ebedilik |
| Servistan | Servi bahçesi |
| Setre | Örtü, perde |
| Setre-i bitab | Zayıf örtü |
| Sevad | Siyahlar, karalar |
| Sevâhil | Kıyılar |
| Seyf | Kılıç, pala |
| Seyr | Gidilen yol, yürüyüş |
| Seyyah | Gezgin |
| Seyyal | Akan |
| Seyyale | Akış |
| Seyyie | Günah, kötülük, çirkin iş |
| Sıddık | Gerçekçi, dürüst ve güvenilir olma |
| Sıyanet | Koruma |
| Sima | Yüz, çehre |
| Simsar | Komisyoncu |
| Sin | Gömüt, mezar |
| Sinâ | 1. Güçlü, kararlı. 2. Sabırlı. 3. Başkalarına karşı nazik ve hoşgörülü |
| Sine- çâk | Yürek parçalayan |
| Sine | Göğüs, gönül, kalp |
| Sine-i millet | Milletin gönlü |
| Sine-i münevver | Aydınlık kucak |
| Sipah | Osmanlı ordusunun ağır süvari sınıf askeri |
| Sipahi | Asker |
| Sirac-ı ezel | Ezeli ışık |
| Sirayet | Bulaşma |
| Sivar | Bileşik |
| Siyak | Söz gelişi, anlatım biçimi |
| Sual | Soru |
| Subat | Uzun uyku biçimi |
| Subh | Sabah, şafak |
| Sudur | Çıkış, doğuş |
| Süfli | Aşağılık, alçak |
| Sükûn | Huzur, sessizlik |
| Sülale | Aile, nesil |
| Süreyya | 1. Yıldız kümesi. 2. Gök yüzündeki parlak yıldız |
| Süret | 1. Görünüm. 2. Resim, şekil |
| Süret-i hakikat | Gerçeğin şekli |
| Süslü | Süslenmiş, şatafatlı |
| Şâfi | Şifa veren, iyileştiren |
| Şâhid | 1. Tanık, şahit. 2. Onaylayan |
| Şâhir | Ünlü, tanınmış |
| Şaib | Güvenilmez, şüpheli |
| Şair | Şiir yazan |
| Şaklaban | Palyaço, soytarı |
| Şamil | Kapsayan, dahil olan |
| Şan | Şöhret, ün |
| Şara | Su kaynağı, dere |
| Şehadet | Tanıklık, şahitlik |
| Şehid | Şehit, canını feda eden |
| Şekavet | Yakınma, sızlanma |
| Şemâil | Fiziksel özellikler, sıfatlar |
| Şeref | İtibar, haysiyet |
| Şehzade | Prens, hükümdarın oğlu |
| Şikâyet | Yakınma |
| Şirâzî | Şirazlı, İran kökenli |
| Şirket | Ortaklık, firma |
| Şuûr | Bilinç, farkındalık |
| Şükür | Teşekkür, minnettarlık |
| Şura | Danışma, meclis |
| Ta'ayyün | Görünmek, ortaya çıkmak |
| Tab | Efkâr basma işi |
| Tabi | Kesinlikle, doğal olarak |
| Tabi' | Doğal |
| Tabib | Doktor |
| Ta'dâd | Sayma |
| Tafsil | Bir şeyi ayrıntılarına girerek açıklama, ayrıntılı, açık, uzun anlatmak |
| Tağyir | Başkalaştırma, değiştirme, bozma |
| Taharet | Temizlik, nezafet |
| Tahattur | Hatırlatma |
| Tahayyür | Şaşırma |
| Tahlîs | Kurtarma, halas etmek |
| Tahrir-i nüfus | Nüfus kaydı |
| Takat | Dayanma, güç, katlanma, derman |
| Taklid | Düşünmeden bir başkasına uymak |
| Taksim | Parçalama, ayırma, bölme |
| Takyid | 1. Bir mülkün üzerinde herhangi bir şehrin veya borcun olup olmadığını gösteren tapudan alınan bilgi. 2. Kaydetme |
| Tamik | Derinleştirme |
| Tanin-i medid | Çanakta uzun bir çınlama |
| Tar | 1. Saç teli. 2. Karanlık |
| Tarik | Yol |
| Tarikat | 1. Yollar. 2. Allah’a ulaştıran yol. 3. Vasıta, meslek |
| Tarik-i Şam | Şam yolları |
| Tarumar | Karmakarışık, dağınık |
| Tasarruf | Parayı veya tüketilebilecek herhangi bir şeyi dikkatli kullanma, idareli harcama |
| Tasavvuf | Tanrımın varlığını, birliğini, niteliğini ve evrenin oluşumunu; varlık birliğiyle, yaratılanla yaratanın bir oluşu aynı kaynaktan gelişi anlayışıyla açıklayan dinsel ve felsefi akım |
| Tasavvur | Düşünme, hayal etme |
| Tasvir | Göz önünde canlandırmak, resmini yapmak, canlandırarak anlatmak, ifade etmek |
| Tatar | Postacı |
| Tatbik | Uygulama |
| Tavaf | Etrafında dönmek |
| Tavazün | Eşitlik |
| Tay olmak | Bir derde ortak olmak |
| Tayf | Uykuda veya karanlıkta gözde tecessüm eden şekiller, hayaller |
| Tazallüm | Zulüm görmekten, acımasızlıktan yakınma, sızlanma, ağlaşma |
| Tazyik | Basınç |
| Teaddi | Düşmanlık, ezme |
| Teâli | Yükselmek |
| Tebassur | Göz açıklığı, ileri görüş |
| Tebessül | Somurtma, surat asma |
| Tebid | Rapor |
| Tebliğ | Bildiri |
| Tecelli -zar-ı nur-i yezdanı | Allah’ın ışığının tecelli ettiği yer |
| Tecelli | Görünmek |
| Tecessüs | Gizlice araştırma, anlama merakı |
| Tefekkür | Düşünce, düşünme, düşünüş |
| Tefrika | 1. Fikir ayrılığı yaşama. 2. Süreli yayınlarda bölüm bölüm yayımlanan, birbirini tamamlayan yazı dizisi |
| Tegafül | Anlamazlıktan gelme |
| Tehavvür | Çok öfkelenme, öfkeden kabarma |
| Tehyic | Coşturmak |
| Tekamül | Olgunlaşma, olgunluk, ilerleme |
| Tekasüf | Yoğunlaşma, sıklaşma |
| Teklis | Kireç haline getirmek |
| Tekmil | Tam duruma getirme, tamamlama |
| Tekvin | Yoktan var etme, meydana getirmek, yaratmak |
| Tekvir | Kıvırmak, sarmak, yuvarlamak |
| Tel’mun | Sağlamak |
| Tel'in | Lanetlemek |
| Temas | İlişki ve bağ kurma |
| Temaşa | Seyretme |
| Temayül | Meyletmek, yöneltmek ve eğilim |
| Temkin | Bir işi veya sonucu düşünerek ölçülü, hesaplı davranma |
| Tenha | Yalnız, tek |
| Tenkid | Eleştirme |
| Tenkil | Uzaklaştırma, düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma |
| Tenzih | Kusur kondurmama, ayrı tutma |
| Ter | Bir şeyin ilk zamanı |
| Terakki | İlerleme, yükselme |
| Terane | Ezgi, nağme |
| Tereddüt | Şüphe duymaya başlamak |
| Tersim | Resmetme |
| Tesaddi | Bildirmek |
| Tesavir | Tasvirler |
| Teslis | Üçe çıkarma, üçleme |
| Teşhis | Kişileştirme |
| Teşriye | Kanun, hüküm |
| Tetkik | Araştırma |
| Tevabi | Tabi olanlar, bağlı olanlar, uyanlar |
| Tevcih | Belli bir yöne döndürme, yönetmek |
| Tevekkül | Sebeplere tevessül ettikten sonra neticesini Allah’a bırakma, Allah’a dayanma ve güvenme |
| Tevfik | Allah’ın hayırlı işlerde kişiyi başarılı kılması anlamında kelam, terim |
| Tevkise | Durdurmak |
| Tevzi | Dağıtma, üleştirme |
| Teyid | Destekleme |
| Tezahür | Ortaya çıkma, belirme |
| Tezebzüz | Kararlık |
| Tezelzüz | Sarsılma, sallanma |
| Tezin | Ezan okutmak |
| Tıfıl | Küçük çocuk, bebek |
| Tilavet | Kur’an-ı Kerim’i yüksek sesle, güzel ve yöntemince okuma |
| Timsal | Benzeri |
| Tiynet | Yaradılış, huy |
| Tufeylat | 1. Çocuklar, bebekler. 2. Parazitler |
| Tuhfe | Hediye |
| Turab | Toz ve toprak |
| Tüfan | Günlerce ortalığı sellerin aldığı, çok yeğin ve yoğun olarak yağan yağmur |
| Türek | 1. Tepelerin arasındaki çıkıntı. 2. Kuş yuvası |
| Tütsü | Büyü, ilaç yapmak ya da dinsel törenlerde çevrenin güzel kokmasını sağlamak için yakılan kokulu madde |
| Ubudiyet | Kulluk, ibadet |
| Ucbe | Kendini beğenme, kibir |
| Ufunet | Kokuşmuşluk, pislik |
| Ukde | Düğüm, içe oturmuş dert |
| Ulfet | Alışkanlık, dostluk |
| Ulvî | Yüce, yüksek |
| Umman | Deniz, engin su kütlesi |
| Umumi | Genel, herkese ait |
| Umutsuzluk | Ümitsizlik, yeis |
| Unvan | Ad, lakap, sıfat |
| Urvetü’l-vüskâ | Sağlam bağ |
| Usul | Yöntem, kural, düzen |
| Usûl-i din | Dinin temelleri, esasları |
| Uyan | Aklı başında, farkında olan |
| Uygar | Medenî, kültürlü |
| Uzlet | Yalnızlık, toplumdan uzak yaşama |
| Vaad | Söz verme |
| Vahdet | Birlik, teklik |
| Vakıf | Bir şeyi bilip haberdar olma |
| Vakar | Ağırbaşlılık, ciddiyet |
| Vakit | Zaman, an |
| Varlık | Mevcudiyet, var oluş |
| Vasıf | Nitelik, özellik |
| Vasıta | Araç, vesile |
| Vefa | Sadakat, bağlılık |
| Vehim | Kuruntu, asılsız korku |
| Velinimet | İyilik eden, iyilik sahibi kimse |
| Vesvese | Kuruntu, içe düşen kuşku |
| Vicdan | İçsel doğruyu ve yanlışı ayırt eden duygu |
| Vücud | Varlık, beden |
| Vukuf | Bilgi sahibi olma, kavrama |
| Vuslat | Kavuşma, birleşme |
| Yad | Yabancı, hatıra |
| Yadigâr | Hatıra, anı olarak kalan şey |
| Yalapşap | Özensiz, aceleyle yapılan |
| Yâr | Sevgili, dost |
| Yârân | Dostlar, arkadaşlar |
| Yasavet | Kasvet, sıkıntı |
| Yaver | Komutan yardımcısı, uğurlu |
| Yekpare | Tek parça, bölünmemiş |
| Ye’s | Ümitsizlik |
| Yevm | Gün |
| Zahir | Açık, belli, görünen |
| Zahmet | Yorgunluk, emek |
| Zaman | Vakit, süre |
| Zamir | İç ses, vicdan |
| Zan | Tahmin, sanı |
| Zarafet | İncelik, nezaket |
| Zat | Kişilik, benlik, öz varlık |
| Zayiat | Kayıp, zarar |
| Zeban | Dil |
| Zehra | Parlak, beyaz, nurlu |
| Zehre | Bitkinin parlak, renkli kısmı, çiçek |
| Zelil | Aşağı, hor görülen |
| Zemin | Yer, taban, temel |
| Zer | Altın |
| Zevk | Haz, tat, hoşnutluk |
| Zeyl | Ek, ilave |
| Zıddiyet | Zıt olma durumu, karşıtlık |
| Zikir | Allah’ı anma, hatırlama |
| Zindan | Karanlık, sıkıcı yer; hapishane |
| Zinet | Süs, ziynet |
| Ziyade | Fazlalık, artış |
| Ziya | Işık, aydınlık |
| Zuhûr | Ortaya çıkma, belirgin olma |
| Zulmet | Karanlık |
| Zülüm | Haksızlık, baskı |
| Zümrüt | Yeşil değerli taş |